ayata @ birecikinsesigazetesi.com.tr


Reklam Alanı

1970'li yıllar, ilçemiz Birecik’te değişim yılları sayılabilir, o yıllar eski havara taştan yapılmış açık ‘"hayatlı’’ evler kapısıyla, tağasıyla, içindeki asmalarıyla, "kaa"sıyla, "livan"ıyla, damdaki "loğ"uyla, yıldızlara baktığımız, uyurken en tatlı rüyaları gördüğümüz, ‘’taht’’ıyla , "tapşa"sıyla, "küpye"siyle, "mahmıl"iyle, içinde bastık, dilme, cevizli sucuk saklanan ve anahtarı analarımızın belinde asılı olan "hefye"siyle, zevziriyle, serçesiyle, kumrusuyla, kuş tağalarında yavru yapan güverciniyle, elüpeniyle, sıçanıyla, tomuzlanıyla en güzel dostlukların, en güzel komşulukların yaşandığı o güzelim yapılar, bir daha dönüşü olmamak üzere yerle bir edilip briketten yapılma beton evlere dönüştü. (Apartmanlaşma 80'li yıllar sonrasına rastlar.)… 1974'te Keban Barajı'nın bitmesiyle, ünlü Fırat Nehrimiz gem vurulmuş asil at gibi dizginlendi ve bir daha taşmadı, Kayalar altında ve kalenin kaya oyuklarında binlercesi yaşayan kelaynaklar gittiler, bir daha gelmediler (ancak koruma altında az bir sayıda yaşatılabiliyor)… Bütün bunların yanında köyden şehre göç, tarımda makineleşme, kimyasal gübre ve ilaç kullanımlarıyla, her türlü tarım ürününde ve fıstık gelirlerimizde hızlı bir yükselmeler başladı, kamyoncularımız Irak üzerinden Orta Doğu'nun birçok ülkesine Türk mallarını taşıyarak kazançlarını yükselttiler, köyden şehre hızlı bir göç yaşanırken şehrin yerlileri de bir kısmı işini geliştirmek için, bir kısmı yüksek eğitim alan oğulları ve kızları için büyük şehirlere göçtüler. İşte o yıllarda inşaat sektörü, ticaret sektörü çok hareketliyken şehir içi nakliyeciliğin yüzde sekseni "at arabacılarıyla’’ yapılıyordu ve bu iş de sektöre dönüşmüştü, iskelenin en meşhur at arabacıları, Necip Çavuş’un oğullarıydı, onların dışında Arabacı Kadir ve kardeşi Abdulla, arabacı Şıho, Hambal Ahmey’in oğulları Kedir ve kardeşi Helil gibi tanıdıklar, küçük çarşıda Piç Kedır’ın oğlu Müftah ve kardeşi, Urfa kapısında Karto Şıhey ve oğulları ünlü at arabacılarıydı ve bu insanlar en iyi ve en güçlü atlarla bu işleri yaparlardı… 1971-72 sonrası bir at arabasının üzerinde küçük bir çapıt mindele "Roma Savaşçıları’’ gibi kurulmuş, kılıç gibi dik, zayıf kara-kuru, kıvırcık saçlı, ağzının yan tarafında devamlı bir sigara tüttüren, pantolonun içine sıkıştırılmış birer kemik parçası gibi duran felçli ayaklarıyla bir arabacı ortaya çıktı; o arabacı, (1956-57 doğumlu) "CEZAYİR"di… At arabacıları en ağır yükleri kaldırıp indirmek için güçlü kuvvetli olmak zorundaydılar ve hepsi güçlü kuvvetliydiler, tabii ki Cezayir hariç…. O çok güler yüzlü, çok saygılı bir gençti. Herkes onu sevdi, ona iş verdi ve Cezayir’i çağıran kendi yükünü kendi yükledi indirdi.Cezayir, çok çabuk öğrenen bir gençti, para kazanmaya başlayınca üzerindeki gömleği kaliteli oldu, filtreli sigara içmeye başladı, kahvede oynanan bütün iskambil oyunlarını hızla öğrendi ve çata pata arkadaşlarıyla kâğıt oynadı, hem de birasına... Kahve kültürü olanlar iyi bilirler, 2 çayına bile olsa iskambil oyunlarında yüksek sesli tartışmalar olur, Cezayir’in karşısındaki isterse bağırıp çağırabilir ama Cezayir bağırırsa karşısındakinden sille tokat dayak yerdi… Yaşadığı ortamda "güçlü, zayıfı döver" kuralı geçerliydi, bu kavgaların bazen üzerine denk gelir araya girer karşısındakine biraz huylanır, kavgayı bitirirdik ama Cezayir bu, dayaklardan hiç kurtulamazdı…. Bir ara nasıl olduysa yük için kim Cezayir’i çağıracak olsa yerinde bulamaz oldu; bir, iki, üç... Kimse onu bulamıyordu artık… Sonra iyi tanıyanlardan öğrendik ki Cezayir âşık olmuş... Buraya kadar her şey normal yani Cezayir’in kalbi yok mu? O, âşık olamaz mı? Tabii ki olur, gönül ferman dinler mi ki?.. Ama insaf be Cezayir, memleketin en gözde kızlarından, Sancak Mahallesi'nin yerli ailelerinden, iki tane vurucu tim gibi abisi olan, lisede okuyan kızıl saçlı, çilli, giyinmesini bilen alımlı çalımlı, açıkgöz cin gibi bir kıza âşık olunur mu?.. Elinsaf be Cezayir, yani şöyle sana yakın, komşu kızlarından birine âşık olsan ya … Biz öyle diyoruz ama Cezayir’in gönlü öyle demiyor….O zamanlar (Anadolu'da çoğunluk şimdi de öyle) ev kızları gariplerim düğün, nişan olmazsa öyle kendi başına güzel giyinsin sokağa çıkıp gezsin, öyle bir şansları yoktu, geriye göz önünde olan liseye giden kızlar kalırdı ve bütün gençler liseye giden kızlara âşık olurlar ama sadece platonik bir aşk olarak ve âşık olduğu kızın haberi olmadan ona tek kelime söylemeden, bu aşklar sadece gönüllerde kalırdı... Yani işin söylenmeyen ayrıntısı, öyle sevdiğin kıza yaklaşıp aşkını söylemek kolay mıydı ki, tanıdık biri gidip kızın abisine, babasına haber verir ve bizim gariban âşıklar bir güzel dayak yerdi, bu dayaklar da başka gençlere ders olduğundan kolay kolay hiçbir genç, aşkını sevdiği kıza açıklayamazdı… Ama Cezayir diğer gençlerden çok farklı çıkmıştı, bir öğrendik ki o "BEN-HUR" gibi kurulduğu at arabasıyla gönlündeki aslanı, o kızıl saçlı çilli kızı köşe bucak takip ediyor, Birecik’in dar sokaklarında bir gölge gibi arkasında geziyor, kızcağızın açık sözlülüğü, onu terslemesi, abileriyle tehdit ettirmesi, Cezayir’i hiç etkilemiyor, "Seviyorum abi!" diyor başka bir şey demiyor… O felçli ayaklarıyla o otuz beş kilo gelmeyen cüssesiyle okul girişi, okul çıkışı, sinemaya gidiş, çilli kızı Cezayir’den kurtaramıyor. Çilli kız, ne zaman sokağa çıksa, nasıl olduğunu bilemediğimiz bir haber almayla Cezayir, at arabasıyla peşine takılıyor… Cezayir, "MECNUN" olmuş ama ona karşılık verecek bir "LEYLA" ortada yok... Zaman denilen o kavram neleri bitirmiyor ki Cezayir’in aşkını bitirmesin, o Sancak Mahalleli, kızıl saçlı, çilli kız liseyi bitirince yüksek eğitim için dışarı gitti ve bir daha geri dönmedi …..Cezayir de başka bir kıza âşık olmadı, kendi ortamına, ekmek davasından birbirini anlamaya fırsatı olmayan insanların arasına geri döndü…Cezayir, hiç evlenmedi, uzun güzel saçları okşamaya imkânı olmadı, bir yastığa baş koyacak bir eşi olmadı… Dövüşüyle, davasıyla, yoksulluklarıyla, eğitimsizlikleriyle eşit olduğu semtinde yaşadı, öldüğünde daha 40 yaşına ulaşmamıştı, Cezayir, intihar ederek yaşamına son vermişti….Bu kavanoz dipli dünyaya o hassas duygulu kalbiyle Cezayir 2 numara büyük gelmişti…