Güneş, üzerine dikilince gözünü üfeleyerek tahttan doğruldu, şöyle bir gerindi. Günlerden pazar olduğu için istediği kadar yatma serbestliği vardı ama güneş bu kadar izin vermişti, yoksa bu saatte babasıyla beraber çoktan Nacar bazarındaki tükende çalışmaya başlamıştı. O sırada kulağına bir şarkı çalındı, ses yakından geliyordu hafif hafif söyleniyordu:
Mehtapta benzer ay'a
Bakardım doya doya
Sanki tatlı bir rüya
Kahverengi gözlerin,
Gözlerin, anam gözlerin.
Beşhananın ucunu hefif kaldırdı, üç dam ötede bir genç kız kendi tahtının beşhanasını toplamış, döşekleri de katlarken Nuri Sesigüzel'den öğrendiği bu güzel şarkıyı mırıldanıp duruyordu. Genç kız, yönünü hefif dönderince komşunun oğlunun kendini izlediğini fark etti, yanakları al al olmuştu. Yatağı yorganı bırakıp tahttan atladı, kırmızı boyalı kapkabı ayağına takıp şak şak şak dereçten kaçarak inip kayboldu. Bizimki kafasını kaşıyarak aşağı livana indi, anası ocakta ekmek yapmakla meşguldü,
--Aney azıcık bene de bir ketmer yapıy mısın?
--Vay bizim dokuz köyün ağası yuhudan kahtı mı, Elhamdülillah.(!)
--Aney bizim damdan üç dam ötede, hanı hayatlarında böyük de bir hayır ağacı olan ev kimin?
--Sabeh sabeh dişinde mi gördün, nedeceksin konşunun evini?
--Ey ha, hele söle, o ev kimin?
--Yımeniçi Şıhlı var ya işte onların, sen şimdi söle bakım niye soruysun?
Bizimki yüzü kızararak:
--Aney, tahtta bir kız gördüm, şele saçları hefif sarı kimin, orta boylu, yuvarlak yüzlü...
--Eeeey nolacak...
--Kız aney, ben onu çok beğendim, get bene istesene...
--Allah, canını almaya oğlum daha askerliğini yapmadın, babanın elinin altında helfelik ediysin ,ev bark senin neyine...
--Yav sen hele bir de babama söle, sorna nasıl deyseniz ele olsun...
--Tamam, baban gelsin de söleyim.
On dakika sonra hazır olan katmeri mideye indirip aceleden sokağa fırladı, arkadaşlarıyla beraber sabahleyin kahvede kâğıt oynayacak, öğlene kadar söğütlükte top oynayacak, ikindiden sonra da karşı kıyıda yüzmeye gidecekti.
Evin babası Nacar Celal, öğlen yemeğine eve gelince ana, konuyu çıtlattı:
--Herif, bizim oğlan, konşu Yimeniçi Şıhlı'nın kızını görmüş, çoh beğenmiş, dey ki gidin onu isteyin...
--aney hele oğlan, bir parça uşak, onun aklı yoh; senin de mi aklın yoh, bir parça uşah evlendirilir mi? Bizimkinin yaşı kaç, kızın yaşı kaç?
--Aman ha herif, biz evlendiğimizde sende askerliğini yapmamıştın daha, işte yuvarlanıp gitmey miyik? Bizim oğlan, on sekiz; konşunun kızı da on beş-on altı var. Noluy ki evin bir odasını onlara veririk, sufraya da bir tabak fazla koyarık oldu bitti. Hem böyük oğlanla böyük kız getti, yerini yurdunu buldular, bunlar da elimizin altında eyi olmaz mı?..
Devrisi günü herifler işlerine gettikten sonra hemen konşunun kapısın tıklattı:
--Zılha bacey, ne var ne yoh, nasılsın eyi misin?
Giriş faslından sonra konuyu çıtlattı. Konşu Zılha her ne kadar "Konşu, daha ikisi de uşak." dedise de "Ahşama herif gelsin de bir söleyim." dedi.
Gidildi, gelindi, anlaşıldı, söz kesildi, bir hafta sonrada kuyumcu Tahir'den alınan iki yüzük parmaklarına takıldı. Nacar Celal de memnun, eşi de memnun, oğlan da memnundu. Ev, nacar bazarına yakın olduğundan Celal usta abdes almak için, eve öteberi getirmek için, yaz sıcağında ikindi vakti dinlenmek için ara sıra evine gider gelirdi ama oğlan nişanlandıktan sonra avrat evde durmaz olmuştu. Celal usta ne zaman gelse avrat evde yok ,bu durum haftalarca devam edince Celal usta akşam yemek yerken eşine sordu:
--Yahu avrat, ne oldu, ne zaman eve gelsem evde yoksun, ne zamana kedek sürcek bu hâl?
--Herif, bah bilmeysen alış, bir kıza nişan tahınca iki ev arasında ''şekerden bir köprü'' kurulur, biz de o köprünün üstünde datlı datlı gider gelirik.
--Ey madem ele, sen de usanana kedek get gel bahalım...
Gel zaman, get zaman fıstık mığalını topladıktan sonra düğünü yaptılar. Evin bir odası gelinle güvegiye tahsis edildi, sofraya bir tabak fazla konuldu. Nacar Celal ve oğlu hayatlarından çok memnunlardı ama kaynananın suratı yeri süpürüydü... Bir gün Celal usta, avradına sordu:
--Noldu avrat, heç yüzün gülmey, Elhamdülillah kimseye borcumuz hercımız yoh, düşmanımız yoh, son oğlanı da everdik ,başının derdi ney?
--Sen tükene gidiy görmeysin, aha bu elkızı var ya beni heç hessaba almay, oğlan da ahşamları gizli gizli, çeketinin cebinde mılembez şekeri getiriy, datlı getiriy. ''Aney nasılsın?'' diye hetirimi bele sormay, dorğu, avradının yanına gidiy...
Celal usta gülmeye başladı, dakikalarca güldü güldü, avradın suratı daha da asıldı.
--Allah canını almaya avrat, hanı ''şekerden köprü'' kurulmuştu, hanı datlı datlı gidiy geliydin, o köprü şindi leymun duzundan mı oldu yoksa biberden mi köprü oldu?
Yaşanmış binlerce kaynana -gelin öyküsünden biri , söylemde kusur ettikse affola...
KAYNANANIN ŞEKERDEN KÖPRÜSÜ
Bu makale 1441 kere okunmuş.
03 Temmuz 2023, Pazartesi - 10:03